|
||||||||||
© Gezegen Avı (Planet Quest) sitesinde yer alan tüm makale, haber ve görsellerin – aksi belirtilmedikçe – telif hakları Kaliforniya Teknoloji Enstitüsü / Jet İtiş Gücü Laboratuvarı (JPL)‘na aittir. Çeviri ve Düzenleme |
Tag Archives: tarih
HIRİSTİYAN BATI DÜNYASI: “İSLAM DÜNYASI’NA MİNNETTARDIR”
Tarih ve felsefe alanlarında uzman 56 bilim adamının oluşturduğu; “uluslararası kolektif bildiri” aşağıda sunulmuştur: “Bizler, tarihçi ve filozoflar olarak, Sylvain Gouguenheim‘ın “Aristo Mont-Saint-Michel’de” adlı çalışmasını, şaşkınlıkla okumuş bulunuyoruz. Sözü edilen kitapta, “Hıristiyan Avrupa’nın Antik Yunan Kökleri Bölümü”, İslam medeniyetini gözardı ederek; Grek düşünce mirasının, doğrudan Ortaçağ Hıristiyan Avrupa’yı etkilediği iddiası yer alıyor. Böylece, “günümüz araştırmaları”na bir karşı akım oluşturmak iddiasında olan bu çalışma; sık sık “translatio studiorum”(Eski Yunan felsefe metinlerinin, “İslam Dünyası”na tercümesi)den bahsetmeye ve söylemini; tercüme, bilgi edinme, düşünce, disiplin ve dillerdeki farklılıklar üzerine kurmaya çaba gösteriyor. Uzun süredir, birtakım insanlar tarafından yanlış bilinen sözde kanıtlar üzerinde duran yazar; bazı aşırılık yanlısı internet siteleri ile popüler medya organlarının yerine geçerek; Batı Hıristiyan Dünyası ile “İslam Dünyası” arasındaki bağın, aldatıcı bir şekilde yeniden yazılmasını teklif ediyor. Sylvain Gouguenheim, araştırmasının, 5-12. yüzyılları kapsadığını söylüyor. Yazar’ın bu zaman periyodunu saptırması bir yana; bu konuya temel oluşturan zaman periyodunun 13-14. yüzyıllar olduğu açıktır. Böylece, Batı Dünyası’na kaynaklık eden “13-14. yüzyıl İslam medeniyeti dönemi”, geriye çekilerek; Batı‘nın, bilim ve düşünce tarihinde “İslam’a hiçbir şey borçlu olmadığı yalanı” kanıtlanmaya çalışılıyor. Bu kitabın yüksek seviyede bilgi verici havasının maskelediği; çok sayıda içerik ya da yöntem hatalarının hepsini sıralamak sıkıcı olacaktır. Aristo‘nun eserlerinin bir kısmının, Asurlular tarafından tercüme edilmiş haliyle (Logica Nova) Batı‘ya geçtiği yanlıştır. En önemlisi ve son olarak; önemli yorumcu ve mütercim, meşhur Venedikli Jacques, herkesin bildiği gibi Mont-Saint-Michel‘e ayak basmamıştır. Uzun zamandan beri Hunayn İbn İshak gibi bazı Hıristiyan Arapların, IX. yüzyılda Yunanca’dan yapılan tercümelerde önemli rol oynadıkları bilinmektedir. Yöntem hatalarına gelince; Sylvain Gouguenheim, Ortaçağ Grek felsefesiyle ilgili metninde yer verdiği bir elyazması ile onun yazılmış, dağıtılmış, yer değiştirilmiş hali kullanılmış. Buna, yorum ekleyerek ya da tahrif ederek, birkaç istisna örnek verip birbirine karıştırmıştır. Bu da, günümüz araştırmalarını görmemezlikten gelmesi anlamına geliyor. Kitabın başlığının da, Coloman Viola’nın 1967’de çıkan bir makalesinden, intihal kokan şekilde alındığını belirtmeliyiz. İnanılmaz bayağılıkla, tarih biliminde bir devrim olarak tanıtılan bu kitap, birbirinden tutarsız ifadelerle doludur. Kitap, iddialı ifadelerine rağmen, bir dizi yanlış akıl yürütmelere dayanmaktadır. Özellikle çelişkiler öne çıkmaktadır. Örneğin, kitapta, Charlemagne‘a, Yunanca İnciller’in düzeltmesini borçlu olduğumuz söylenir. Ancak ilerleyen sayfalarda, Charlemagne’nın, zar zor okuyabildiğini yazmaktadır. Yine kitabın bazı yerlerinde, “modern bilim”in XVI. yüzyılda, bazı yerlerde ise XIII. yüzyılda doğduğu yazmaktadır. Yazar, “çifte standart”la hareket etmektedir. İbn-i Sina ve İbn-i Rüşd‘ü, Yunanca bilmemekle suçlamaktadır. Ancak aynı suçlamayı, Abelard veya Thomas d’Aquin‘e yöneltmemektedir. Müslümanlar’ı, bilim ve felsefe karşıtı gösterirken; Hıristiyan düşünce dünyasının, Anselme’den etkilenmiş olduğunu unutuyor. Kilisenin, Aristo’ya koyduğu yasaklar, Paris Üniversitesi‘nin başlangıcında da yok muydu? Kaynakların eleştirisi yanlıdır. Batılı düşünce adamlarının yazdıkları, harfi harfine alınırken; Araplara ait kaynaklar, tartışılır hale getirilmiştir. Bununla da yetinmeyen yazar, hiçbir ciddi araştırmacının esas alamayacağı tezler üretmiştir. Örneğin, Müslümanlar‘ın, “antik çağ düşünceleri”ni aldıkları gibi, Avrupa’ya sunduğunu iddia ediyor. Böylece Müslümanlar‘ın, herkesçe bilinen ve bir gerçek olan katkıları örtülüyor ki; bu kolayca çürütülecek bir düşüncedir. Gayet iyi bilinen kaynaklar ve araştırmaların çürütülen kısımları; yazarın ideolojisine hizmet edecek tezler üretmenin yolunu açmak üzere sansürlenmiştir. Güya, Hıristiyanlık, Pagan Roma yönetiminin eline geçen Yunanca İncilleri değerlendirerek, Yunan düşüncesinin yerleşmesinde önemli bir rol oynamış(!) Avrupa, Yunan mirasını, sadece “kendi vasıtalarıyla” ele geçirmiş(!) Aynı formülle, Bizans ve Hıristiyan Araplar da, Avrupa’ya eklenmiş(!) Bütün bunlar, yazarın, çalışmasının rengi ele veriyor. Yazar‘a göre, öncüleri Şam ya da Bağdat‘ta yaşamış olmasına rağmen, Avrupa‘nın kimliğini meydana getiren unsur, Hıristiyanlık‘tır. Yazar, kitabın sonunda, din ve dil yoluyla ortaya çıkan “medeniyetler arasındaki ihtilaflar”dan bahsediyor. Yaptığı şey, sadece onları çarpıştırmak. Bu çalışmanın, “kültür ırkçılığı” üzerine kurulu olduğu da, zaten şu sözlerle anlaşılıyor: “Semitik bir dilde ‘anlam’, kelimelerden, vurgu ve uyaklardan doğarken, bir Hint-Avrupa dilinde, cümlenin kuruluşundan, dilbilgisel yapısından doğar. Yapısı daha elverişli olduğu içindir ki, Arap dili, daha çok şiire yönlenmiştir. İki dilbilimsel sistem arasındaki farklar, çeviriyi neredeyse imkansız kılmaktadır.” Sylvain Gouguenheim, 134. sayfada teşekkürlerini sunarken, “Muhammed: Sorgulamak Yasak”(2006) ve “Fransa’da İslam Tehlikesi: Cihad ve Yeniden Fetih Arasında”(2002) kitaplarının yazarı, aşırı sağcı yazar Rene Marchand‘dan oldukça etkilendiğini söyleyerek; onun ifadelerine yer veriyor. Bu durumun bizim için sürpriz olmadığı açıktır. Böylece yazar, bu çalışmasının; bilimsel olmadığını,itibar edilemeyecek siyasi hayallerinin, ideolojik projelerle hayata geçirilme çabasından ibaret olduğunu kanıtlamış bulunuyor.” Bildiriyi İmzalayan Bilim Adamlarının Listesi: 1) Cyrille Aillet, Maitre de Conferences (MCF), histoire de l’islam medi, Un. de Lyon II
Kaynak: “Oui, l’Occident Chratien Est Redevable au Monde İslamique”, liberation.fr, 30/04/2008 |
|
|
ASTRONOMİ TARİHİ
Eski çağların en büyük astronomları, İÖ 7. yüzyıldan sonra Babil ve Mısır astronomisinin bütün mirasına konan Eski Yunanlılar arasından yetişti. Bu bilginler ” durağan ” yıldızların (birbirlerine göre konumları değişmeyen yıldızların) doğuş ve batışlarını saptadıkları gibi, gökyüzünde ” gezen ” , yani durağan yıldızlara göre sürekli yer değiştiren beş tane de parlak gökcismi gözlemlediler. Eskiden Yunanca’dan türetilmiş planet sözcüğüyle anılan bu gezegenler aslında kendi ışığı olmayan, ama Güneş ışınlarını yansıttıkları için parlak görünen gökcisimleridir. Dünya’mız da Yunanlılar Güneş Sistemi’ndeki dokuz gezegenden yalnızca beşini biliyorlardı: Merkür, Venüs, Mars (Merih) , Jüpiter ve Satürn.
Eski Yunan’ın ilk büyük astronomi bilginlerinden Miletli Thales (İÖ yaklaşık 624-546) Ay ve Güneş tutulmalarının zamanını önceden saptamayı başarmış, ama tutulmaların nasıl gerçekleştiğini açıklayamamıştı. Bu bilgin Dünya’nın bir tepsi gibi düz olduğuna ve su üstünde yüzdüğüne inanıyordu. İÖ 6. yüzyılda yaşamış olan Sisamlı Pisagor, o çağdaki meslektaşlarının çoğu gibi hem astronom hem de ünlü bir matematikçiydi. Pisagor’a göre Dünya yuvarlak, daha doğrusu küre biçimindeydi ve evrenin merkezinde hareketsizdi; Güneş, yıldızlar ve gezegenler de onun çevresinde dolanıyordu. İÖ 3. yüzyılda gene Sisam (Samos) Adası’nda yetişmiş olan Aristarkhos, Güneş’in Dünya’nın çevresinde değil, tam tersine Dünya’nın Güneş’in çevresinde döndüğünü söyleyen ilk astronomlardan biri oldu. O zamanlar hiç kimsenin inanmadığı bu savıyla gerçeği yakalayan Aristarkhos, Dünya’nın Güneş’e olan uzaklığını hesaplarken aynı başarıyı gösteremedi. Güneş’in Dünya’ya uzaklığını Ay ile Dünya arasındaki uzaklığın 20 katı olarak hesaplamıştı; oysa Güneş Dünya’mıza Ay’dan 400 kat daha uzaktadır.
Eski Yunan’ın en büyük astronomlarından biri İÖ 2. yüzyılda yaşamış olan Hipparkhos’tu. Trigonometri denen matematik dalını kuran bu bilgin, geliştirdiği trigonometri yöntemleriyle pek çok yıldızın konumunu belirledi. 850 kadar yıldızı kapsayan bir katalog hazırlayarak, bu yıldızları parlaklığına göre altı sınıfa ayırdı. Hipparkhos’un bu sınıflandırması bugünkü astronomların kullandıkları sistemin temelini oluşturur. Parlaklığı birinci dereceden ya da ” kadir ” ‘den olan yıldızlar uzun süre gökyüzünün en parlak yıldızları sayıldı. Ama çağımızda bu değerler yeniden gözden geçirildiğinde, parlaklığı sıfırın altındaki eksi kadirlerle ölçülen birçok yıldız olduğu anlaşıldı. Çıplak gözle belli belirsiz görülebilen en sönük yıldızlar ise altıncı kadirdendir.
Eski Yunanlı astronomların son büyük temsilcisi olan Klaudios Ptolemaios ya da Arapça’dan dilimize geçen adıyla Batlamyus, İS 2. yüzyılda Mısır’daki İskenderiye kentinde yaşadı. Pisagor gibi o da Dünya’nın evrenin merkezinde hareketsiz durduğuna ve yıldızların Dünya’nın çevresinde dairesel yörüngeler çizerek döndüğüne inanıyordu. Batlamyus’a göre, Güneş’in ve gezegenlerin Dünya’nın çevresinde dolanırken çizdikleri bu yörüngeler basit birer çember olamazdı; çünkü gezegenler arada bir yörüngeleri üzerinde geriye dönüyormuş gibi görünüyordu. Batlamyus bunu açıklamak için ” ilmek ” kavramını ortaya attı. Bu karmaşık sisteme göre her gezegen, Dünya’yı merkez alan büyük bir çemberin çevresinde daha küçük çemberler çizerek dolanıyordu. Aynı zamanda küçük çemberlerin merkezleri büyük çemberin üstünde batıdan doğuya doğru kayarak ilerlediği için ilmek denen eğriler çiziyordu.
Batlamyus bu evren modelini ” Matematik Derlemesi ” adlı kitabında açıkladı.İS 2. ve 14. yüzyıllar arasında bu bilim yalnızca Arap astronomların katkılarıyla gelişti. Batlamyus’un çalışmalarını kendi incelemeleriyle geliştiren Araplar, bu ünlü astronomun kitabını el-Mecisti adıyla Arapça’ya çevirdiler. Bu çeviri bütün dünyanın ilgisini çekti ve yapıt Almagest adıyla anılır oldu. Parlak yıldızların bugünkü adları da Araplardan kalmadır. Astronomideki Eski Yunan geleneğini ve bilgi birikimini 8. ve 15. yüzyıllar arasında İspanya’daki Mağribiler aracılığıyla Avrupa’ya taşıyan da gene Araplar oldu.
Çağdaş astronomi Polonyalı bilgin Mikolaj Kopernik (1473-1543) ile başladı. Dünya’nın hem Güneş’in çevresinde dolandığını, hem de 24 saatte bir kendi ekseni çevresinde döndüğünü saptayan Kopernik bu bulgularını ” Gökyüzü Kürelerinin Dönmesi Üzerine ” adlı ünlü kitabında açıkladı. Kopernik yalnız Dünya’nın değil bütün gezegenlerin Güneş’in çevresinde dolandığını belirtti. Dairesel yörüngeler üzerindeki bu dolanımı Batlamyus’un ilmek modelinden daha iyi açıklamış, ama tam doğruya varamamıştı. Kopernik’in görüşleri uzun süre benimsenmedi ve insanların yaşadığı Dünya’yı bütün evrenin merkezi olarak gösteren Batlamyus modeli 17. yüzyılda bile egemenliğini sürdürdü.
Danimarkalı bir soylu ve çok titiz bir gözlemci olan Tycho, gezegenlerin hareketlerini kendisinden önceki bütün astronomlardan daha doğru olarak gözlemledi. Kepler de bu gözlemlerden yola çıkarak Güneş Sistemi için yeni bir model geliştirdi. Kepler’in modeli gezegenlerin hareketine ilişkin üç yasaya dayanıyordu. Bilgin bunlardan ilk ikisini 1609′da, üçüncüsünü ise 1618′de açıkladı. Yörüngeler yasası denen 1. yasaya göre gezegenler Güneş’in çevresinde çember değil, hafifçe basık elips biçiminde yörüngeler çizerek dolanır; Güneş de bu elipsin odaklarından birinde yer alır. Alanlar yasası denen 2. yasaya göre bir gezegenin dönme hızı, yörünge üzerinde bulunduğu noktaya bağlı olarak değişir; gezegenlerin hareketi Güneş’e en yakın oldukları noktada (günberi noktası) en hızlı, en uzak oldukları noktada (günöte noktası) en yavaştır. Dolanım süreleri yasası (3. yasa) ise, iki gezegenin dolanım sürelerinin karelerinin birbirine oranı ile bu gezegenlerin Güneş’e olan ortalama uzaklıklarının küplerinin birbirine oranının eşit olduğunu belirtir. Bu yasaya göre, gezegenlerden birinin Güneş’e olan ortalama uzaklığı ve dolanım süresi ile ikinci bir gezegenin dolanım süresi bilinirse, bu gezegenin Güneş’e olan ortalama uzaklığı hesaplanabilir.1969′da Ay’a ayak basan iki ABD’li astronotla insanoğlu ilk kez Dünya dışındaki bir gökcismine ulaşıp araştırma ve gözlem yapmayı başarmıştı. 1970′lerde de sürdürülen bu Ay yolculuklarında önemli bilimsel deneyler yapıldı ve Dünya’ya Ay taşlarından örnekler getirildi. 1980′lerin sonlarında ise Merkür’den Neptün’e kadar uzanan gezegenler insansız araştırma uydularıyla incelendi. Güneş Sistemi konusunda elde edinilen bugünkü bilgilerin çok büyük bir bölümünü bu uzay araçlarına borçluyuz. Ama Güneş Sistemi’nin ötesindeki gökcisimlerini inceleyecek astronomların güvenebilecekleri tek aygıt, eskiden olduğu gibi gene teleskoptur.Tunalım..
Kutuplardaki buzlarin erimeye basladigini heryerden duyuyoruz, ya bunu görebilseydik nasil olurdu? ISTE BURADA….